Yazgan Mimarlık : “Önemli olan sadece mimari objenin tasarımı değil, tasarımlar arası ilişkilerin tasarımıdır.”

0 8.994


Bize biraz kendinizden ve Yazgan Mimarlık ofisinin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?

B. Y. : 1995 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden lisans derecemi aldım. 1995 yılından 1998 yılına kadar çeşitli mimarlık ofislerinde yurtiçi ve yurtdışı konutlar, banka, otel ve üniversite yerleşkesi gibi projelerde görev aldım. 1998 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde yüksek lisans yaptım. 1998 yılından 2003 yılına kadar ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Bölümün Peyzaj Tasarımı Stüdyosu’nda ve Döner Sermaye Ofisi’nde görev aldım. 2001 yılında Japonya’da Tokyo Teknoloji Enstitüsü’nde burslu olarak doktora araştırması yaptım ve ders verdim. 2006 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden doktora derecemi aldım. Doktora tezim 2007 yılında ODTÜ çapında “Yılın En İyi Tezi” seçildi. Halen eşim Dr. Mimar Kerem Yazgan ile birlikte 2003 yılında kurduğumuz Yazgan Tasarım Mimarlık firmasında çalışmaktayım. Ayrıca ODTÜ Peyzaj Tasarımı stüdyosunda yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak ders vermekteyim.

SONY DSC

K. Y. : Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden 1993 yılında lisans derecemi aldım. 1996 yılına kadar Ankara’daki çeşitli mimarlık ofislerinde çalıştım ve mimari proje yarışmalarına katıldım. 1996’da bir ulusal mimari proje yarışmasındaki birincilik derecesi ile ilk ofisimi kurdum. 1997 yılında ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden yüksek lisans derecemi aldım. Yüksek lisans tezim, o yılın “ODTÜ Parlar Vakfı En İyi Tez Ödülü” ne layık görüldü. 1993’ten bu yana katıldığım çeşitli proje yarışmalarında çeşitli dereceler aldım. 1997 yılından 2007 yılına kadar ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde yarı-zamanlı öğretim görevlisi olarak dördüncü sınıf stüdyo derslerine katıldım. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden doktora derecesini aldığım 2003 yılında, eşim Dr. Mimar Begüm Yazgan ile “Yazgan Tasarım Mimarlık” adında ikinci şirketimi kurdum. 2003 yılında Türkiye’de inşaat yatırımlarının hızlanmasıyla birlikte yeniden şirket açmak isteğimiz oluştu. Bu konuda üniversiteden çevremiz bizi cesaretlendirdi ve bize yeniden iş imkânı sundular. O süreçte deneyimlediğimiz zorluklar, kurumsal olabilme için yaşadığımız sıkıntılardır. Ülkemizde projelendirmeye verilen değerin az olması ve bu nedenle bütçelerin düşük olması sebebiyle, istediğimiz ortama ulaşmamız süre aldı. Bunların üstesinden çalışarak ve motivasyonumuzu düşürmeyerek geldik.

SONY DSC

Mimarlık mesleğini seçmenizdeki etkenler nelerdir? Meslek seçimlerinizden önce ya da sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?

K. Y. : Annem ve babam gazetecidir. Annem çok iyi resim yapardı, şair babam da Jale Erzen gibi bazı ressamların sergilerini düzenler, Maya isimli bir sanat dergisi çıkarır, sanatla içiçe yaşardı. Evimizde Hakkı Torunoğlu, Balaban gibi çok değerli Türk ressamlarının yağlıboya tabloları vardı. Ancak benim mimarlık mesleği ile ilgili bir fikrim yoktu. Daha çok spor ve rock müzik ilgimi çekiyordu. Lise yıllarında sıkıcı ders kitaplarına soyut bazı çizgisel resimler yapardım. Daha sonra bu çizgilere ilgim arttı. Sanırım ailem ve bu resimler beni üniversite sınavında mimarlık yazmama etken oldu.

B. Y. : Benim mimarlık mesleğine ilgim annem sayesindedir. Annem evde sürekli iç mekân ile ilgili dergiler okurdu. Bu dergileri hiç atmazdı. Ben de okulda verilen ödevlerimi bu dergilerden bazı objeleri keserek hazırlardım. Bir de bizim çocukluğumuzda ithal mallar yasaklıydı, biz bakkaldan kâğıt bebek alır, bebeklerin elbiselerini çeşitli dergileri keserek hazırlardık. Tasarıma ilgim o dönemlerde başladı. Lisede meslek tanıtım günlerinde mimarlığı mimarlardan dinledim ve etkilendim. Bu şekilde karar verdim.

Ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz? Tasarım sizin için ne ifade ediyor? Sizce iyi nitelikli bir tasarımın en önemli kriter veya kriterler nelerdir?

 K. Y. : En birincil ofis felsefemiz, teorik altyapı ve akademik bilgiyi mimari pratiklerimize yansıtmaya özen göstermektir. Tasarım, bizim için, mimarın tüm süreçte baskın rol oynadığı bir düzenden farklı olarak, esnek mekân ve sistem üretimi anlamına gelmektedir. Esnek sistem tasarımı, bizim için, mimari tasarımı oluşturan elemanlar arası ilişkilerin, zaman içinde değişebilecek durumlara adapte olabilecek şekilde tasarlanması anlamına gelmektedir. Burada önemli olan mimari objenin tasarımı değil, elemanlar arası ilişkilerin tasarımıdır. Esnek sistem tasarımında aktör sadece mimar değildir, sistemin tüm disiplinlerle birlikte kurgulanması mümkündür.

 Teoride sayabileceğimiz bu nitelikleri pratikte uygularken ne gibi handikaplarla karşılaşıyorsunuz?

 K. Y. : Günümüzde mimari yapıların ölçeğinin büyüklüğüne paralel olarak, proje sürecinde birçok disiplinlerin katılımı ve proje üretim anındaki sosyo ekonomik faktörler, zaman içinde birçok tasarım girdisinin oluşmasına sebep olmaktadır. Teoride planlanan bir tasarım süreci ile pratik sırasında oluşan durumlar arasındaki farklılıkların bir sistem çerçevesinde kurgulanması gerekir.

Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz. Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre ayarlıyorsunuz?

B. Y. : 35 kişilik ekibimizde mimarlar, peyzaj mimarları, yapı teknik ressamları, grafik tasarımcılar ve bilgisayar uzmanları bulunmaktadır. Proje ölçeklerine göre, yöneticilerin koordinatörlüğünde mimar ve teknik ressamlardan oluşan çalışma grupları oluşturuyoruz.

İki eş birlikte çalışıyorsunuz. Birlikte çalışan ortaklar olarak, projelere ilk andan itibaren yaklaşımınızı ve tasarım sürecinizi anlatır mısınız? Nasıl bir süreç izliyorsunuz? Avantaj ve dezavantajları oluyor mu?

B. Y. : Biz iki ortak olarak şirketimizde farklı projeler yürütüyoruz. Ayrıca daha önce açıkladığımız gibi ofisteki herkesin ve diğer disiplinlerin yaklaşımının birlikte ele alındığı tasarım sistemleri üzerine araştırmalar yapmaktayız. Bu da tasarım sürecinde ikimizin projeye katılımını daha kolaylaştırıyor.

Hem aktif olarak mesleğini yapan, hem bu işin akademik tarafında yer alan bir ikilisiniz. Bu çeşitlilik size neler kattı?

K. Y. : Akademik çalışmalarımız, şirkette teori ve pratik arasındaki ilişkileri daha net sorgulayabilmemizi sağladı. Hazırladığımız tezler, kompleks bir mesleğe belli bakış açıları ile yaklaşmamıza ve odaklanmamıza yardımcı oldu. Bakış açınızı seçici hale getirdiğinizde etrafınızda daha çok şey görür oluyorsunuz.

Sektörde “Çevre olmadan olmaz” diye bir algı vardır.  Katılıyor musunuz bu algıya? Yarışma projeleri dışında ilk işinizi nasıl aldığınızı ve süreci nasıl yönettiğinizi hatırlıyor musunuz? O süreci nasıl yönettiğinizi paylaşır mısınız bizimle?

B. Y. : Bu algıya pek katılmıyoruz aslında. Biz çevremizi tanıdıktan değil, iyi iş yaparak oluşturduk. İşlerimizi yarışma projelerinde ismimizi duyurarak aldık. İlk işimizi almamız, bizi üniversite çevresinden tanıyan arkadaşlarımız sayesinde oldu. Yabancı mimarların da bulunduğu kompleks bir işti. İşin kompleks olması bize birçok şey kazandırdı. Mimari proje yönetiminin birçok girdisi mevcut. Diyalog ve verilerin net olarak tanımlanması sayesinde birçok problemi çözdük.

“Tasarım eyleminin tasarımı” bakış açısı nedir? Bize biraz doktora tezinizden bahseder misiniz? Tasarım sürecini sistematize etmek ne demek?

K. Y. : “Mimarlıkta Dizaynografi” isimli doktora tezim, mimari tasarım süreçlerindeki sistemler ve eylemler üzerine araştırmalarını kapsamaktadır. Tasarım yaklaşımı, teorik çalışmalar ve pratikteki uygulamaları birleştirmek ile tasarım sürecini sistematize etmek üzerine kuruludur. Bu anlayışla “tasarım eyleminin tasarımı” olarak adlandırdığım, tasarımın programının yazılması fikri üzerine birçok proje gerçekleştirdim. Tüm tasarım, projelendirme ve uygulama aşamalarını etkileyen tüm faktörlerin, birbirleri ve yakın çevre ile sistemli bir ilişkilenme süreci oluşturması üzerine araştırmalarımı sürdürmekteyim.

Bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğunuz projeler arasında sizi en çok heyecanlandıran, etkileyip yansıttığını düşündüğünüz proje veya projeleriniz nelerdir? Bu projelerinizin şekillenme sürecini biraz anlatır mısınız?

K. Y. : Bizi en çok heyecanlandıran projelerden bazıları; Ankara Arena, ODTÜ Modsim ve İstanbul Volkswagen Arena. Ankara Arena projesinin ana fikri önemli ölçüde yüksek lisansta okuduğumuz, Colin Rowe’un Robert Slutsky ile birlikte yazdığı “Transparency: Literal and Phenomenal” makalesindeki fikre dayalı.  Farklı mimari elemanlar dıştan içe doğru katmanlanarak, dışardan içerdeki arka fuaye duvarlarına doğru mekansal derinliği artırmaktadır bu projede.

B. Y. : Modsim projesi ise 3 boyutlu bir grid fikrine dayanmaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan matris sistemi ile binanın tüm elemanları ve birbirleriyle olan ilişkileri matematiksel bir sistematik içerisinde ele alınmıştır. İç mekan projesini yaptığımız Volkswagen Arena ise akustik altyapısı ve fiziki özelliklerinin yanı sıra, tasarımında kullandığımız bir çok fikri ile bizim için önemli bir projedir.

Çevrebiliminin mimarlıktaki etkileri üzerine yapmış olduğunuz çalışmalar projelerinizde size farklı bir farkındalık açısı kazanmıştır muhakkak. Ofisinizin ‘Yeşil Tasarım’ anlayışına bakışı nasıl? Bu konuda projelerinizde araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmalarınızı bizimle paylaşır mısınız?

 B. Y. : Doktora tezimin başlığı, “Savaş Sonrası Sistemci Ekoloji ve 1960’lardan itibaren Mimarlıkta Çevre Bilinçli yaklaşımlar” idi. 1960’lardan sonra ekoloji biliminde yer almaya başlayan sistemci yaklaşımın, günümüz mimari pratiklerine etkisi üzerine bir çalışmaydı.  Bu yıllardaki uzay araştırmaları, ekolojinin bir bilim olarak ele alınmasına ve sürdürülebilirlik kavramının gerçek anlamda araştırılmasına sebep olmuştur. Bu yıllarda üretilen çoğu teori şu anda yeşil mimarlık diye adlandırılan mimarlıktaki çevre bilinçli yaklaşımlarda kullanılmaktadır. Açıkçası doktora tezimin mimari pratiğime çok katkıları olmuştur. Tarih araştırması, yeşil mimarlık konusunu çok net bir biçimde analiz etmeme sebep oldu. Her projenin kendi çevresine göre farklı ele alınması gerekiyor. Disiplinler arası çalışma burada ön plana çıkıyor. Ekologlar, trafik danışmanları, peyzaj mimarları, altyapı şirketleri, mühendisler ile tasarım odaklı çalışmalar yürütmekteyiz.

Son olarak “Kent” kavramı sizin için ne ifade ediyor? Kent dokusunun oluşturulması ve korunması açısından Türkiye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iş burada doğru yapılabiliyor mu? Bu konuda bir mimarın üzerine düşen sorumluluklar nelerdir?

B. Y. : Yıllar önce Paris’te şehir ve bölge planlama odasının düzenlediği bir sergiyi gezmiştim. Burada tüm Paris şehrindeki altyapı boru hatları ve rögarların üç boyutlu çizimleri sergileniyordu. Tüm şehrin altyapısı üç boyutlu olarak çizilmişti. Kentin çok kompleks bir biçimde tüm sistemleri ile ve parça bütün ilişkisini de göz önüne alarak ele alınması gerekir. Yine tekrar ederek söylemekteyiz ki kent üzerine araştırmalar yapan tüm disiplinleri bir araya getiren çalışmaların yapılması gerekiyor. Ayrıca bu süreçte teknolojiden de faydalanmak gerek. Mimarın sorumluluğu da projeleri yaparken binanın yakın çevresini oluşturan etkenleri de göz önünde bulundurmasıdır.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.