OBM: “Hayal ettiğiniz ile iyi olduğunuz iş arasındaki farkındalık çok önemli!”

0 4.571


_ozn8012

 

Bize biraz kendinizden ve Oğuz Bayazıt Mimarlık ofisinin kuruluş hikayesinden bahseder misiniz ?

O.B. :  Ankaralıyım. Atatürk Anadolu Lisesini bitirdikten sonra İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kazandım. Hem lise hem üniversite hayatım gerçekten çok güzel ve dolu dolu geçti. Daha 1. Sınıftayken çalışmaya başladım. Yazları tam zamanlı, okul dönemlerinde yarı zamanlı olarak çalışıyordum. Okul bittikten sonra 600 e yakın mimarlık öğrencisinin katıldığı bir etkinliğin konaklamalarından yeme-içme ve workshoplarına kadar organizasyonunu yaptım.   Sonrasında Ankara’ya döndüm. ODTÜ’ den 3 arkadaş bir yarışma projesine katıldık. Projeyi babamın ofisinde çiziyorduk ve üst katımızda bir inşaat şirketi vardı. O süreçte personel arayışında olduklarını öğrendim ve başvurdum. Şantiye şefi olarak aldılar beni işe. Okul sürecinde de çalıştığım için deneyimlerim fazlaydı ancak bütün sorumluluğu üstüme aldığım ilk iş deneyimim bu şekilde başladı diyebilirim. Bu süreçte Etibank ve Ziraat Bankası’nın işlerini yapıyorduk.  Çok yoğun çalışıyorduk 1 hafta dinlenmek için izin alıp İstanbul’a tatile geldim.  İstanbul’da bir arkadaşım “Bir iş var mutlaka gidip görüşmelisin ben senin adını verdim” dedi. Ben çok şaşırdım tabi daha ne kadarlık bir deneyimim var niye beni öneriyorsun. Ben Ankara’da mutluyum hayatımı orada devam ettirmek istiyorum dedim. Ama çok ısrar edince gittim görüşmeye ve Ankara’da nasıl olsa keyfim yerinde diye hak ettiğim şeyleri değil hayal ettiğim şeyleri istedim. Onların da çok ihtiyacı varmış ki hayal ettiğim şartların hepsini kabul ettiler ve ben 2 gömlek 1 pantolonla orada işe başladım. Böylece İstanbul hayatım başlamış oldu.  O dönem Çelebi grubunun işlerini yapıyorduk. Bir yandan da İşletme ve Mimarlık Fakültesi’nde iki ayrı yüksek lisans yapıyordum. Çelebi Grubu beni Birim Yöneticisi olarak transfer etti ve ben orada kısa süre içerisinde Departman Müdürlüğü yapıp 25 yaşında Çelebi Mimarlık şirketini kurdum. O dönem master tezimde kullanacağım binalar yaptım. Yani tezim binaları, binalar tezimi destekliyordu. Bu da çok büyük bir şanstı benim için. 1996 yılında askere gittim ve döndüğümde kendi işimi yapayım artık diye düşündüm ve Serbest Mimar Oğuz Bayazıt olarak devam ettim işlerime.  Yaptığım birkaç küçük işin referanslarıyla yavaş yavaş büyük işlere imza atmaya başladık. O zamanlar 5-6 kişiydik. O kuruluştan bugüne yaklaşık 14-15 sene oldu ve yaptığımız projeler 600’ü geçti. Bütün projelerimizin sonunda da işverenlerimizle dostluk kurduk ki bu bence çok önemli. Şimdi burada ailem diyebileceğim arkadaşlarımla çalışıyorum. Hiçbir zaman patron olmadım hep takım kaptanı oldum.

_mg_9257-copy

Mimarlık mesleğini seçmenizdeki etkenler nelerdir? Hiç başka bir meslek düşünceniz oldu mu?

O.B. : Babamın pul koleksiyonu vardı. Daha ben 7 yaşında kalem tutmayı yeni başlamışken rapidoyla olimpiyat serisi diye bir seri hazırladık birlikte ve yarışmalara katılıp birçok ödül aldık. Aslında koleksiyonu yapan babamdı ama bunun nasıl yapıldığını, temanın nasıl oluşturulduğunu, nasıl sunulacağını, nasıl çizileceğini, şablonla yazıların nasıl yazılacağını öğrendim ve bu çok hoşuma gitti. Ben de ya mimar ya da inşaat mühendisi olacağım diye çıktım yola ve sonuçta mimarlığı seçtim. Çok ta doğru bir seçim yaptığımı eğitim sürecinde hemen fark ettim. Hiçbir zaman projeyi son gece bitirmedim ve sabahlamadım. Sanırım o sistematik çalışma benim içimde vardı ve bu yapım sayesinde mimarlık mesleğinde hiçbir zaman zorlanmadım.

Yapı Fiziği ve İşletme konusunda ayrı iki masterınız var ve aynı anda çalışma hayatınıza da devam etmişsiniz..

O.B. : Bana sorarsanız eğitim sistemi değişmeli. 1 sınıfta bütün meslek dalları mutlaka mühendislik okumalı sonrasında branşlarını seçmeli ve okumalı ve bitirdiklerinde de 1 sene de işletme okumaları lazım. Hayatta çok kolay diyebileceğimiz şeylerin nasıl metodolojiye oturduğunu ben bu sırada öğrendim. İyi bir mimar olmakla doğru işleyen bir şirketi yürütmek arasındaki fark buralarda doğuyor. Bir işin erbabı, sanatkarı olabilirsiniz ama onu yapan bir organizasyonu yönetmek çok ayrı bir iş. O zamanlar bunun çok farkında olmasam da bir şekilde bu ikisinin sentezini yaptım. O dönemde Suadiye’de oturuyordum. İkinci köprü yeni yapılmıştı. Sabah 5’te evden çıkıp işe gidiyordum. 8:30 da dersler için işten çıkıyordum ve 14:30 gibi tekrar işe dönüyordum ve 21:00’ lara kadar çalışıyorduk. Hafta sonları da Dalaman’da, İzmir’de Ankara’ da bulunan şantiyeleri geziyordum. Tabi o zamanlar Facebook, Instagram gibi algımızı dağıtan şeyler olmadığı için işimize tam odaklanabiliyorduk.  1 sene böyle yaşadım tabi yaşamak denirse buna :). Ama bir şeyler başarıyordum ve başardığım için yorgunluk hissetmiyordum.

Ofisinizin ismi ve ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz?

O.B.  :  Serbest Mimar ünvanını aldığımda Serbest Mimar Oğuz Bayazıt olarak imza atıyordum projelere. Şirket kurulacağı zamanda o kadar yoğundu ki işlerimiz, muhasebe için çalıştığımız arkadaş şirketin ismi ne olacak diye sorduğunda “Valla bilmiyorum. Şu anda da onu düşünemem” dedim. Oğuz Bayazıt Mimarlık olsun o zaman dedi biz de “Tamam olsun ” deyip geçtik. o gün işime konsantre olmaktan düşünemediğim bu detayı bugün olsa bu şekilde yapmazdım. Biz bir takım işi yapıyoruz. Burada bir aile gibiyiz. Yaptığımız her ne ise hep beraber yapıyoruz. En tecrübesiz olan arkadaşımızdan en tecrübeli arkadaşa kadar ortak bir şey üretiyoruz. Bunun keyfine varmamız, zevk almamız lazım. En önemlisi de ortaya koyduğumuz ürünün yanında dik durabilmemiz lazım. Ancak bunu fark ettiğimde yaklaşık bir 10 yıl geçmişti. O raddeden sonra tekrar isim değişikliğine gitmenin daha sıkıntılı olacağını düşünüp değiştirmedik. Zaten bizim çalıştığımız arkadaşlarla zaman içinde kurduğumuz bağ sayesinde bunun bir önemi kalmadı. Birkaç yıl önce fark ettiğim bir başka hususta; hayal ettiğimiz şeyi yapmakla, iyi olduğumuz şeyi yapmak arasında bir fark var. Bunu fark ettiğimde kafa yapısı olarak ve ruhen bana uygun olan şeyin iyi olduğum şeyi yapmak olduğuna karar verdim.

Sizi diğer ofislerden ayıran bir diğer özelliğiniz de  belki işverenin talep ettiğinden daha fazlasını raporlama ve belgeleme sistemiyle sunmanız..

O.B. : İşveren bu işi bizim kadar biliyor olsa kendisi yapar zaten. Dolayısıyla bizim mesleki seviyemize güvenerek bize geliyor. Mimarlıkta entegre tasarım sürecine çok inanıyorum ben. Bu süreç içerisinde tek başına çok şık bir yapı tasarlamanızın size tatmin edici bir geri dönüşü olmaz. Bu yapının elektromekaniğinin, yapı fiziği başlığı altındaki diğer konuların doğru analiz edip kurgulanması, işverenin sadece kullanım ihtiyaçları ve zevkine göre değil bütçe ve yapım sürecine göre dizayn edilmesi o projeyi başarılı bir hale getirir. Bu tasarım süreci için de tasarımın uygulama sürecinde de geçerlidir bu. Oturduğunuz zaman akustik konfor hissetmeyeceğiniz ya da kamaşma yaşayacağınız, yeterli oksijeni alamayacağınız ortamlar yaratmamak lazım. Bu bir farkındalık meselesidir. Bunun farkında olan işveren var, farkında olmayan işveren var. Farkında olmayanlara da bunu anlatmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Bunu anlattığımız zaman kendimize iş çıkartıyoruz ve kimse bu altyapı çalışması için ekstra bir bedel ödemiyor ama biz işimizi doğru ve eksiksiz yapmanın peşindeyiz. Bazen bu bizi o işte maddi olarak zarara uğratabiliyor ancak bir işi %10 hakkını vermeden yapmak mı yoksa % 10 maddi olarak zarar etmek mi kötüdür diye sorarsanız. Biz %10 zarar etmeyi tercih edip işi içimize sinecek şekilde her yönüyle eksiksiz yapmayı ilke edinmiş bir ofisiz. Biz mimarlık fakültesinden mezun olduğumuzda otomobil ehliyeti gibi bir diploma alıyoruz. İnsanlar ehliyeti aldıklarında araç sürmeyi aslında bilmiyorlar. Araç kullanmanın teorik bilgisi veriliyor onlara ve 5 dakikalık bir sürüş eğitiminden sonra ehliyet alıyorlar. Sonrasında araç kullanmayı öğreniyorlar ve ilerletiyorlar. Biz de mimarlık fakültesinden mezun olduğumuz da mimar olmuyoruz. Mimar olma ehliyetini alıyoruz. Mimar olma ehliyetini iyi mimar olmak için kullanacaksak, bazen bazı işverenler talep etmese dahi gerekli kriterleri kesemize eklemek, projemize katmak zorundayız. Aynaya bakmadan araç kullanılamayacağı gibi yapı fiziği ile ilgili maddeler olmadan da proje hazırlamak bana göre bir ihanettir. O yüzden biz projelerimizde bu hususa çok önem veriyor ve bununla ilgili ciddi analizler hazırlayıp raporlamalar işverenimize bunları sunuyor ve anlatıyoruz.

Artık markalaşmış, sistemi oturmuş bir ofis olarak size bir proje geldiğinde kabul için dikkate aldığınız belli kıstaslar/kriterler var mıdır?

O.B. : Biz sektör ve tipolojik olarak proje seçmiyoruz. İşverenin bakış açısı ile bizim bakış açımızın uyup uymadığına bakıyoruz. Burada restoran tasarlayan arkadaşımız da var, müze projesi hazırlayan da. Hastane projeleri de yaptık. Çikolata fabrikası da çizdik, KUNT gibi bir sanayi tesisi de yaptık. Tipoloji olarak çok geniş bir yelpazemiz var.  Projenin kendi içindeki işleyişini, sistematiğini, bahsettiğimiz yapı fiziği ve elektromekanik değerleri isteyen, bütçe ve süreç kontrolünün önemini bilip bunları talep eden işverenlerle çalışmayı tercih ediyoruz.

Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz? Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre ayarlıyorsunuz?

O.B. : Yaklaşık 50 kişilik bir kadroyuz. Tasarım, yapı yönetimi ve uygulama diye 3 temel departmanımız var. Ancak bunlar hem iç içe hem de birbirinden bağımsız çalışıyorlar. Ekibimizde genel müdür, müdür yardımcısı gibi keskin ayırımlar yoktur. Bizler takım arkadaşıyız. Projenin büyüklüğüne boyutlarına göre ekibimizdeki herkes proje lideri olabilir. Yeni gelen bir arkadaşımızın seviyesini, iş yapma heyecanını ve hızını anladıktan sonra bir tık üstünde iş veririz hep. Böylelikle ekibimizdeki her bir arkadaş kendini geliştiriyor ve ilerletiyor. Ekibi oluştururken baktığımız şey; gelsin ve tek bir parçayı tamamlasın ve sadece o parça olmayı sürdürsün değildir. Bir parçayı tamamlasın sonrasında başka bir parça haline gelsin belki sonra tek başına bir bütün olsun.

Eğitimi de son derece destekleyen hatta teşvik eden bir ofissiniz..

O.B. : Ekibimizin neredeyse % 50’si yüksek lisans yapıyor. Dediğim gibi biz fakülteden mezun olduğumuz da bir ehliyet alıyoruz sadece. Bunu geliştirmemiz lazım ve bunun bir metodu çalışmak, bir diğer metodu bunun eğitimini almak. Bu noktada ekip arkadaşımızın yüksek lisans yapmayı niye istediğine önem veriyoruz ve bu konuda kendisinin de farkındalığının oluşması önemli. Eğer sadece mimar sıfatının önüne yüksek kelimesini eklemek için istiyorsa ne zamanını ne emeğini boşa harcamasını tavsiye ediyoruz. Gerçekten kendine, mesleğine bir şeyler katmak için istiyorsa öncelikle biz destek olup gönderiyoruz. Tabi burada önemli olan bir diğer nokta da karşılıklı işe karşı saygının gelişmesi. Burada belki iki projede yer alabilirsiniz ya da bir projede yer alıp bir de tez yazıyor olabilirsiniz, tez de bir projedir.  Haftada bir gün yüksek lisans için çalışmıyor olabilir ama takibini yaptığı proje o gelmese de yaşamaya devam eder. Projeyi ben hep bir bebeğe benzetirim. Sen bebeğini bir gün evde bırakıp gider ve ertesi gün gelirsen o bebek ölür. Proje de öyledir. O yüzden burada fişi tamamen kapatmamak lazım.  Bunu da sadece işimiz devam etsin diye istemiyoruz. Birlikte çalıştığımız arkadaşların işe karşı konsantrasyonunu, saygısını yitirmemesi için istiyoruz. Ofisimizdeki işleyiş mantığı bu yönde ve bu dengeyi kurabildiğimiz sürece çok güzel sonuçlar ortaya çıkartıyoruz.  

“İş alabilmek için çevre olmadan olmaz algısına” katılıyor musunuz?

O.B. : Buna katılsam bile biz bunu hiç kullanmadık. Bize hiçbir çevrenin birşeyi olduğumuz için iş gelmedi. Biz hep yaptığımız işlerin referansıyla iş aldık. Dolayısıyla yaptığımız işlerin referansı sayesinde çalışarak oluşturduk çevremizi. Doğru işler yapıp, onları savunup doğru şekilde işinizi bitirdiğinizde, sizin bu uğraşınızı ve çabanızı görenler sizin destekçiniz ve çevreniz oluyor.

İlk işinizi nasıl aldığınızı ve süreci nasıl yönettiğinizi hatırlıyor musunuz?

O.B. : Maaşlı çalıştığım bir yerde benim nasıl iş yaptığımı gören bir hukukçu “Ofisimi taşıyacağım bana bir hukuk bürosu yapar mısın ?” dedi. Daha çok yeniyim tek başıma baştan sona nasıl yaparım bilmiyordum ama “Tabii ki” dedim. Hiç unutmam o projeyi yaparken o kadar güzel tecrübeler kazandım ki. Projeyi bütçesine göre çizdim ve hazırladım. İşverenim çok destek oldu o süreçte. Daha sözleşme nasıl yapılır falan yeni yeni öğreniyordum. Her şey çok güzel planladığım gibi gidiyordu ki teslime iki gün kala mevcut mobilyaların cilasını yaptırdığım cila ustası zehirlendi :(. Bir de iş kazası atlattık yani o ilk deneyimde. Ama neyse ki sorunsuz atlatıp teslim ettik. Aradan 5-6 yıl geçtikten sonra o müşterim işler nasıl gidiyor diye aradı beni. 99 krizi zamanıydı. O zaman “İşini doğru yapan her zaman iş de bulur, aş da bulur. Sen ilk işini bile o kadar çırpındın her şeyi ile doğru yaptın. Hiçbir zaman hiçbir şey seni ümitsizliğe düşürmesin ama hep işinin arkasında durduğunu kendine söyle, karşındaki de fark etsin bunu ve birlikte çalıştıkların da bilsin bunu” dedi. Hiç unutmam onun bu sözünü. Ne zaman böyle canım sıkılsa, daralsam, eyvah ne olacak bu işler desem o sözü hatırlarım. İlk işimden ne kazandım diye düşününce para kazanmadım ama hayatım boyunca bana destek olacak bu bağı ve tecrübeyi kazandım.

Bir projeyi başarıya götüren kilit noktalar nelerdir sizce ?

O.B. : İşveren ile olan doğru diyalog ve entegre tasarım sürecinin doğru işlemesi. Bir projenin bütün aşamalarına gerekli süre ve emeğin adil bir şekilde harcanması da çok önemlidir. Başlangıçta fikir aşamasında takılıp kalırsanız geri kalan fazlara yeterli süre kalmaz ve o zaman yaptığınız o güzellik, tasarım doğru çalışamaz. Çok güzel bir elbise çizdiğinizi düşünün. Gerçekten çok güzel bir tasarım ortaya koydunuz ama bu tasarım için kumaşı seçmezseniz, dikişleri düzgün yapılmazsa, fermuarı bozuk olursa o tasarım elbiseyi kim ister ? Dolayısıyla bir bütün olarak ele almak şarttır bu işi. O bütüne eşit derecede önem ve zaman ayırmak da çok kritik bir noktadır.

Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimarlara ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?

O.B. : Bir mesleği iyi yapmakla, o mesleği organize etmek, örgütleyip iş kurmak arasında çok büyük fark var. Her iyi mimar, tasarımcı ya da şantiyeci kendi işini yapmalıdır diye bir şey yok. Dolayısıyla o kendi işini yapabilme durumundaki farkındalık, nelere dikkat edeceği, finansal, hukuk işlerini ne şekilde organize edeceği hususu bu işin sırrı. O yüzden kendi işini kurmak isteyenlerin 2 hususa çok dikkat etmesi gerekiyor. Birincisi; hayal ettikleri şeyi yapma isteğiyle iyi oldukları şeyi yapma isteğinin farkındalığı. İyi oldukları şeyin üstüne gitmeleri çok önemli. İkinci husus ise; ağaç inceyken, yaşken kolay kırılır. Ben büyük fırtınalara, rüzgarlara tek başıma açılacağım demek ile, bir korunun ormanın parçasıyım ve o fırtınaları öyle karşıladım arasında çok büyük fark var. Meslekten bile soğutur. Dolayısıyla maddi kazançlar için ya da hızlı bir mevkiye ulaşmak için kendi farkındalıklarını tartmadan bir takım şeylere girip mesleğini yok eden çok kişi gördüm. O yüzden farkındalık çok önemli.

“Kent” kavramı sizin için ne ifade ediyor? Kent dokusunun oluşturulması ve korunması açısından Türkiye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

O.B. :  Bin yıllık bir devlet yoktur ama bin yıllık bir kent vardır. Kentler bir sürü devletin, medeniyetin, farklı kullanıcıların yaşadığı, bir şeyler kattığı ve bir şeyler aldığı yerleşimlerdir. Şu anda yaşadığımız bu kent hayal ettiğiniz kent mi diye sorarsan hayır değil. Ben çok dizi seyretmem ama bir diziye takıldım geçen gün. Sonra niye takıldığımı fark ettim. O dizi biraz Edremit’ten biraz Ayvalık’tan, her yerin birazından bir şeyler alarak ortaya bir mekan çıkartmışlar. Bunu yaparken insanların insan olarak yaşamasını hissettiren unsurları yakalamışlar. Ben de öyle bir kentin içinde, öyle bir kentin içindeki yapılarda görev almak isterdim. Kentleri hayal ettiğimiz gibi yaşanabilir yerlere dönüştürmek için yetkiye sahip olmak gerekir. Bu konuda yeterli yetki verilmediği sürece maalesef sorumluluk sahibi de olamıyoruz.

Bizimle paylaşmak üzere, seçmenizi istesek içinde yer almaktan en çok keyif aldığınız proje ya da projeleriniz nelerdir?

O. B. : Açıkcası ben yaptığımız her projenin içerisinde o projeyi başardığımızda beni mutlu edecek bir şey buluyorum. Birçok farklı tipolojide projeye imza attık. Türkiye’nin ilk genetik merkezini yaptık mesela. Birçok sağlık yapısı ve ofis projemiz var. Ama KUNT projesinin yeri ayrıdır benim için. Çünkü işverenimiz Aydın Kozanoğlu müthiş biriydi. Hem tasarımda hem proje yönetiminde hem de uygulamada bildiğimiz, ispat edebildiğimiz, yapmayı istediğimiz her şeyi yapma imkanı verdi bize. Böyle işveren her zaman bulunmaz. Designer olarak da, sistem kurucusu olarak da, proje sürecini yöneten kişi olarak da, ortaya çıkan ürünün yapım şekli olarak da bize gerçekten tam yetki verildi. Bizim emeğimize ve yaklaşımımıza işveren gibi değil de takımımızın içindeki bir yönetici gibi katılması gerçekten bizim için çok keyifli ve farklı bir yere getirdi projeyi. Beni çok heyecanlandıran bir diğer projemiz de 1830’da yapılmış bir Rum evinin tekrar orijinaline uygun şekilde restore ettiğimiz projeydi. Özel mantolama, ısı enerji modellemeleriyle yeniden yapılandırdığımız yeniliklerle geçmişi ayakta tuttuğumuz çok keyifli projelerden biriydi. Ve son olarak Bomonti Tekel Fabrikası projesinden de bahsedebilirim size. Bomonti bizim ilk önce yapım yöneticisi olarak işe girdiğimiz, sonrasında elektromekanik dizaynı komple alıp alt kullanıcılara yönelik bir sistem tasarladığımız ve o tasarımlarında anahtar teslim uygulamasını da yaptığımız bir proje oldu. Burası eski bir bira fabrikasının ve lojmanlarının bulunduğu kimliği olan bir yapıydı ve bu kimliğin korunması gerekliydi. Hem her şeyiyle koruyarak hem de herkesin mutlu olacağı bir proje haline getirmekten çok keyif aldık. Haftanın en az bir günü müşterilerimle orada buluşurum ben. Benim için hala yaşayan bir projedir orası.

knt54_8975b

_10048knt39_9113b_abk1138_abk1527

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.