Renda Helin Design: “Herşey hayal edebilmekle başlıyor”

0 11.694


ekip

Bize biraz kendinizden ve Renda Helin Design & Interiors ofisinizin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?

R. H. : 1981 Ankara doğumluyum, kendimi bildim bileli hocalarım ressam olmam, güzel sanatlar fakültesinde okumam için baskı yapsa da ben iç mimar, moda tasarımcısı veya arkeolog olmak istiyordum. Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık bölümünü ve ayrıca Arkeoloji bölümünü kazandım. Tercihimi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı bölümünden yana kullandım. Üniversite mezuniyetim sonrasında ise ikinci hayalim olan Domus Academy’de master eğitimimi tamamladıktan sonra İstanbul’a taşınarak tanınmış mimarlık firmalarında çalışmaya başladım. Bazı sağlık sorunlarım nedeniyle işi yarıda bırakmak zorunda kaldım. Sonrasında ise kendi ofisimi kurmaya karar verdim. Kurumsal ofislerde çalıştığım için ofis kurmak açıkçası ilk başta çok zor olmadı, asıl zor olan kısım kurmak değil ofisi ayakta tutmak oldu sanırım. Ofis sahibi olmanın çok ayrı sorumlulukları ve çok ayrı bir aritmetiği var. Her şeyden önce insan çalıştırmanın, bizim gibi zaman ile yarışan ofislerde huzur ortamı sağlamanın ve verdiğiniz emeğin karşılığını alabilmenin en dikkat edilmesi gereken mevzular olması gerektiğini söyleyebilirim.

renda_hcc_foto

İç mimarlık mesleği dışında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu hiç? Renda Helin iç mimar/tasarımcı olmasaydı ne olurdu?

R. H. : Dediğim gibi ya ressam, ya moda tasarımcısı ya da arkeolog olabilirdim. Sanatı ve tarihi çok seviyorum mutlaka o dallardan birinde de severek okuyup, çalışırdım.

Bilkent Üniversitesinde lisans eğitiminizi tamamladıktan sonra eğitim hayatınıza yurtdışında devam etmişsiniz. Yurtdışında eğitim almak mimari hayatınızı ve kariyerinizi nasıl yönlendirdi / etkiledi sizce?

R. H. : Kesinlikle çok şey kattı diyebilirim. Bilkent Üniversitesi dünya standartlarında ve vizyon sahibi bir eğitim kurumu. Hocalarımın ve okulumun sayesinde altyapım çok kuvvetli olduğu için Domus Academy’den rahatlıkla mezun oldum fakat elbette her şey okumak değil. Gezip, görmek ve yaşamak bambaşka bir deneyim. Başka kültürlerden insanlarla tanışmak, başka kültürleri öğrenmek ve tamamen başka bir kültürdeki bir ülkede aylarca yaşamak insana çok şey katıyor. Her mimar, tasarımcı veya sanatçı hayatının belli bir noktasında mutlaka kendisi için yurt dışında bir eğitim almalı bence. Eğitim almak için vakti yoksa bile sık sık yurt dışına gitmeli ve kendi ruhunu zenginleştirmelidir. Bizim alanlarımız görselliğe hitap etmektedir. Dünya görsel bir cümbüştür ve her an elimizin altındadır. Bu cümbüşün içine dalmazsak eksik kalırız.

Ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz? Tasarım sizin için ne ifade ediyor? Sizce iyi nitelikli bir tasarımın en önemli kriter veya kriterler nelerdir?

R. H. : Ofis felsefemiz her şeyden önce hayal etmektir. Dünya hayal ettiğimiz kadardır ve var olur. Biz kendi hayallerimizle müşterilerimizin hayallerini harmanlayarak, bu dünyada gerçekleşen ve ayağı yere basan projeler üretmeyi seviyoruz. Yeni konseptler, yeni bakış açıları üretmeyi, tasarım denen kavramı sürekli olarak sorgulamayı ön görüyoruz. Bugün doğru olan yarın yanlış olabilir. Her zaman değişimden ve yenilikçi fikirlerden yanayız. Bu nedenle, eğer ortaya çıkan tasarım yenilikçiyse, dünyaya ve tasarım dünyasına yeni bir anlayış katıyorsa, yeni bir bakış açısı kazandırıyorsa, işte o zaman doğru kriterlerle, doğru bir yolda yürümüş sayıyoruz kendimizi.

Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz? Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre ayarlıyorsunuz?

R. H. : Ekibimiz aile bireylerinden ve hep gençlerden oluşuyor. Şu an 8 kişilik bir ekibiz. Ofisimiz daha çok yurt dışındaki ofisler gibi, butik bir ofis. Burada herkes her şeyi yapıyor ve o kapasiteye sahip. Her birimiz 10 kaplan gücündeyiz diyebilirim J Şaka bir yana söylediğim gibi herhangi bir iş bölümümüz yok. Ofisteki her çalışan bir projenin hem çiziminde, hem tasarımında ve sonrasında ise şantiyesinde bulunabiliyor. Ofisleri şantiye ya da proje bölümü şeklinde ayırmayı, farklı iş bölümleri oluşturmayı doğru bulmuyorum. Sadece proje çizen biri şantiyede problem yaşayabiliyor. Sürekli şantiyede bulunan bir kişi ise teknik çizim yapamayabiliyor. Oysa bir mimar her ikisini de bilmeli. Ekibimizdeki her bir birey bu nedenle bir projenin her aşamasında yer alıyor, tüm detayları gözlemliyor ve deneyimliyor. Tabii ki ekipteki arkadaşlar arasında daha çok şantiye veya tam tersine daha çok proje çizmek isteyen olabiliyor.  Ekip arkadaşlarımıza sevdiği işi vermek önemli olduğu için kişisel tercihleri de çok fazla göz ardı etmiyoruz elbette. Bu gibi durumlarda, bu arkadaşlarımızı istediği işe biraz daha fazla yönlendiriyoruz fakat yine de gerekli olduğunda projelerin her aşmasında görev alacaklarını bilerek çalışıyorlar.

Yaptığınız projelerle uluslararası arena da ödül alan, projeleriyle fark yaratan bir ofissiniz. Sizce Rena Helin ve ekibinin farkı nedir?

R. H. : Renda Helin Design & Interiors olarak var olanın yerine bir yenisini eklemiyoruz. Biz tüm dünyada nelerin var olduğu ve daha iyisini nasıl yapabileceğimiz konuları üzerine çok araştırıyoruz ve çok çaba sarf ediyoruz çünkü dünyaya yeni konseptler yeni bakış açıları katmak istiyoruz. Amacımız bu olunca da ister istemez uluslararası ödüllere de hak görülmüş projelere imza atmış oluyoruz.

Eşiniz ile birlikte çalışıyorsunuz. Birlikte çalışan ortaklar olarak, projelere ilk andan itibaren yaklaşımınızı ve tasarım sürecinizi anlatır mısınız? Nasıl bir süreç izliyorsunuz? Avantaj ve dezavantajları oluyor mu?

R. H. : Eşim bana her zaman destek oldu, tüm bu hayalleri gerçekleştirmemde de katkısı çok büyüktür. Aynı zamanda kardeşim Eren Çilalioğlu da ekibin bir parçası. Her ne kadar kendisi ağırlıklı olarak Gece Grubu’nun bateristi olarak müzikle ilgilense de bizimle beraber. Eşimle ve kardeşimle yani aile bireyleriyle iş yürütmek bazen zor olabiliyor. Eşinizle hem evde hem işte bir arada olmanın bazen ilişkinin özlemini öldürdüğünü söyleyebilirim. Aynı şekilde kardeş ilişkisi için de geçerli. Çocukluktan beri gülüp eğlendiğiniz, kavga ettiğiniz bir insanla büyüseniz de bu sefer farklı konular üzerinde keyif alabiliyor veya tartışabiliyorsunuz. Bu işin zor kısmı fakat iş hayatında, her ortamda ve her konuda sırtınızı yasladığınız ve güvendiğiniz birilerinin olmasının da çok büyük bir avantaj ve nimet olduğunu da söyleyebilirim.

Farklı tipolojide projelere imza atsanız da kamu hizmet yapıları konusunda daha bilindik bir isimsiniz. Bu sizin tercihiniz mi? Ne tür mekânları tasarlamaktan daha keyif alıyorsunuz?

R. H. : Kesinlikle çok doğru. Şunu itiraf etmeliyim ki her zaman kamu yapısı, restoran, otel, vs. gibi insanlara daha çok hitap edebildiğimiz projeleri daha çok sevdik. Tabii ki ev projeleri de yapıyoruz. Ev projelerinden de bambaşka bir zevk alıyoruz. Ancak ev projelerinde daha çok bir ayna görevi görüyoruz. Kendi hayalimizden çok müşterimizin hayalini gerçekleştirmek daha ağır basıyor bizler için çünkü müşterilerin kendi yaşam alanlarını yaratıyoruz. Haliyle tamamen özgür kalabildiğimiz bir durum olmadığı için ve kamuya hizmet eden projelerde kendi hayal gücümüze yönelik olarak hareket edebildiğimiz için dünya görüşümüzü ve tasarım çizgimizi daha rahat ortaya koyabiliyoruz.

Kamu hizmet projeleri alanında uzmanlaşmış bir ofis olarak geçmişten bugüne bu alanlardaki tasarım anlayışında neler değişti? Bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Örnek olarak Konforist Edu.Suites projenizden de biraz bahseder misiniz ?

R. H. : Kamu yapıları, eski dönemlerde genellikle düşük bütçelerin ayrıldığı, bu nedenle çoğu zaman sıkıcı ve kasvetli mekânlardı fakat artık bu anlayış tamamen değişti. Bugün kamu binaları daha renkli, tasarım çizgisine sahip, insanlara hizmet eden yapılara dönüştü. Artık okullar rengârenk, belediye binaları bile eski dönemlere göre daha özenli inşa edilmeye başladı. Yurt konusunda zaten biz yepyeni bir anlayış getirdik. Yurt denilince eskiden akıllara 4-5 kişinin bir arada yaşadığı, ortak banyoları olan, kasvetli yapılar gelirdi. Biz bu genel algıyı kırmak için elimizden geleni yaptık. Mevcut negatif algının yerine pozitif bir algı koyduk. Evinden, ailesinden ayrı kalan öğrencilerin korkmasına gerek olmadığını, bu yurtların evleri gibi, hatta evlerinden bile daha güzel olduğu algısını yarattık. Öğrencinin kendi odasında özgürce yaşayıp odasından çıktığında ise sosyalleşebildiği, her şeyin elinin altında olduğu, rahatlıkla derslerine konsantre olabildiği, aynı zamanda da sporuna ve sağlığına dikkat edebildiği bir yapı anlayışı yarattık. 5 yıldızlı bir otelden farkı olmayan, tek farkının öğrencilere gösterilen özen olduğu ve bir ev sıcaklığı anlayışını benimseyen yurtlar yaratmaya çalıştık. Konforist Edu.Suites bu anlayışa sahip ilk öncü yurt oldu.

024_mrr3798psd

 “İş alabilmek için çevre olmadan olmaz” algısına katılıyor musunuz? İlk projenizi nasıl aldığınızı ve o projeyi yürütürken hangi aşamalardan geçtiğinizi bizimle paylaşır mısınız?

R. H. : Bu algı özellikle iş hayatına atıldığınız ilk dönemler açısından doğru olabilir çünkü yakınlarınızdan ya da çevrenizden başka, sizi tanımadan, herhangi bir iş bitirmeden size güvenen kimse olmayacaktır. İş yaptıkça ve işleriniz dikkat çektikçe sizi tanımayanlar size güvenerek iş verecektir fakat her zaman insanın çevresi olması iş getireceği anlamına da gelmez elbette. İlk başlarda çevre önemlidir ama yaptığınız işler daha da önemlidir. İmzanızı yaptığınız işlerle atarsınız. Ne kadar iyi iş yaparsanız o kadar da talep gelir. Tabii ki bir çevre oluşturmanın bizim işlerimiz için çok faydalı olduğunu söyleyebilirim.

İlk aldığım proje eşimin babasının yakın bir arkadaşı vasıtasıyla oldu. Bir kafe projesiydi ve o dönemde halen farklı bir ofiste çalışıyordum. En büyük hatalarımdan biri o ofisten ayrılmayıp  projeyi sadece hafta sonları yürütmeye çalışmam oldu. Kendi adınızı koyabileceğiniz bir işiniz olursa hiç düşünmeden bu fırsatı değerlendirin. En azından denemiş olursunuz. Olmaz ise her zaman bir ofis bulunur çalışılacak diye düşünüyorum.

Uluslararası arenada ödüller almış bir isim olarak global platformda Türkiye’nin durduğu yeri nasıl değerlendiriyorsunuz? Tasarım ve iç mimari yaklaşım açısından ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gözlemliyorsunuz?

R. H. : Türkiye bence birçok konuda, çok sayıda Avrupa ülkesini geride bırakacak kadar gelişti. Özellikle mimari alanda bir çağ atladı diyebilirim. Türk mimar ve iç mimarları ve yapılan tasarımlar dünya standartlarında, hatta standartların üstüne bile çıkabiliyor. Bence bu konuda ülke olarak tüm iç mimar ve mimarlarımızla gurur duymalıyız. Eskisine göre kesinlikle daha özenliyiz, tasarıma ve mimariye daha çok önem veriyoruz. Sadece, ülkemizin en büyük problemi bu gelişim yaşanırken eski binalara ve yapılara hiç bir şekilde saygılı davranılmaması. Bugün İstanbul’un en önemli değerleri arasında yer alan, Mimar Sinan’ın başyapıtları olan camilerin siluetini bile bozan yapılar var. Bu tür konulara ülkemizde ne yazık ki göz yumuluyor, oysa Avrupa ülkelerinde bu tür bir müdahaleye asla müsaade edilmez. En çok geri kaldığımız durumlardan biri de alt yapı ve şehir planlamacılığı. Bugün Avrupa’nın gökdelen ve iş merkezi şehri olarak Frankfurt gösterilirken, sadece Maslak’taki gökdelen sayısı Frankurt’takinin iki katı. Ancak bu altyapıyı kaldıran sokak ve yol sistemleri çok eksik. Binalar iki şeritli, dar bir sokakta konumlandırılıyor. Levent bölgesi de keza öyle. Aynı anda binlerce insan işine gidiyor, işinden çıkıyor, daracık sokaklarda hareket ediyor. Haliyle trafik ve altyapı sorunları nedeniyle yaşam kalitesi son derece düşük bir şehirde yaşamak zorunda kalıyoruz. Önce şehirler planlanmalı, sonra mimari yapılar… Bunların bir bütün olduğunu tüm ülke olarak algıladığımızda çok daha güzel şeyler başaracağız.

Genç yaşta başarıyı yakalamış genç ve dinamik bir tasarımcı olarak kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimarlara ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?

R. H. : Her şeyden önce mesleğimizin gözüktüğü gibi basit olmadığını, çok emek harcanması gereken, zaman alan ve sabır gerektiren bir alan olduğunu her yeni mezun kesinlikle bilmeli. Meslektaşlarımızdan, işveren veya çalışan konumunda olsun, hiç biri kolay para kazanmıyor. Her şeyden önce işlerine gönül vermeleri lazım. Bu iş kesinlikle gönül işi. Bu işi sevmeyen yapamaz. Önce yaptığımız işi severek yapmalıyız, maddi kaygılarımız ikinci planda olmalı. Her yeni mezun mutlaka bir iş yerinde an az 3 sene çalışmalı. Sürekli iş değişikliği yapılmasını da doğru bulmuyorum. Bir iş yeri ne kadar zor olursa olsun, emin olun farklı bir iş yerinde başka problemler olacaktır. Ofis ortamları okul ortamları değildir. Biz bile her ne kadar ofisimizi eğlenceli ve huzur ortamında yürütmeye çalışsak da bazen stresli günler ve sıkışık zamanlarda iş yetiştirme telaşları olabilir. Ofisteki arkadaşlarınız, üstleriniz ve hatta patronlarınız gergin olabilir. Bu tarz olayları çok fazla kişisel almayan ve daha çok iş odaklı olup, öğrenmeye ve deneyimlemeye açık kişiler kazanacaktır. Kendi işini kurmak isteyenler varsa da mutlaka en az 4 sene farklı ofislerde çalışmalı, bu işin mutfağını öğrenmeden yeni işlere atılmamalıdır. Yeni iş kuranlar olsun çalışanlar olsun iş hayatında hayal kırıklıkları yaşayabilirsiniz, emeğinizin karşılığını alamadığınız zamanlar olabilir, kötü olaylar başınızdan geçebilir ama bu başarısız olduğunuz anlamına gelmez. Hiç bir zaman yılmamalısınız ve hiç bir zaman hayallerinizden vazgeçmemelisiniz. Başarıya giden yol tüm aksiliklere rağmen önce kendine ve yaptığın işe inanmaktan geçer.

Geçtiğimiz yıl Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri’nde iki dalda Türkiye ve Avrupa’nın en iyisi sonrasında ise Dünya’nın en iyisi seçildiniz. Üstelik ödüle layık görülen en genç bayan oldunuz. Bu yıl da yine iki dalda ödül aldınız. Bir bayan olarak kariyerinizde bu noktaya gelirken ne tür zorluklarla karşılaştınız ve bunların üstesinden nasıl geldiniz?

R. H. : Her şeyden önce bu sektörde bir bayan olmak çok daha zor. Bu nedenle bayan meslektaşlarıma çok saygı duyuyorum. Hepimiz bu ülkede çok zor şartlarda, çok şey başarıyoruz. Bayan olduğum için şantiyelerde sözümün dinlenmemesinden tutunda, söylenen sözlere kadar birçok aksi şeyle karşılaştım. Evet, çok kırıldım, bazen mesleğimden soğuduğum günler oldu fakat hiç yılmadım. Çünkü yıldığım an ailemin, hocalarımın çabalarını, bugüne kadar gezdiğim, gördüğüm günleri, okuduğum kitapları bunca senelik çalışma hayatımı ve emeğimi boşa çıkaracaktım. Çok çabalıyoruz hepimiz, bu çabayı boşa çıkarmamalıyız.

Bizimle paylaşmak üzere seçmenizi istesek sizi en iyi temsil ettiğini düşündüğünüz proje ya da projeleriniz nelerdir?  Bu projelerinizden biraz bahseder misiniz?

R. H. : Sanırım erkek yurdu projemiz şu ana kadar gerçekleştirdiklerimiz arasında en çok sevdiğimiz proje diyebiliriz. Konforist Edu.Suites erkek öğrenci yurdu İstanbul’un Eyüp ilçesinde, 6,500 m² kapalı, 1,000 m² açık alan olmak üzere 7,500 m² alan içerisinde A ve B bloktan oluşmaktadır. Odalar dört kişilik, üç kişilik, iki kişilik, tek kişilik, VIP ve Suit olarak tasarlanmıştır. Odaların içerisinde bulunan dolaplar, mutfak nişleri ve yatak kompartımanları, kişiye özel alan oluşturmak amacıyla, renklerle ve harflerle ayrılmış, böylelikle mekanlar içerisindeki düzen sağlanmıştır. Odalarda yer alan dolapların haricinde, yatak kompartımanlarının alt bölümünde, öğrencilerin bavul, yorgan vb. eşyalarını depolama ihtiyaçlarını gidermek amacıyla çekmeceler tasarlanmıştır. Yataklara takılan, ışık geçirmeyen blackout stor perdeler sayesinde öğrencilere özel bir yaşam alanı oluşturulmuştur. VIP odalar ise tamamen ev kurgusu üzerine tasarlanmıştır. VIP odalarda yaşayan öğrenciler 4+1 veya 3+1 tipindeki bir evin sahip olduğu konfordan ve tüm olanaklarından yararlanabilmektedirler. Özel salonu, tam teçhizatlı mutfağı, terasları, çift lavabolu banyolarıyla öğrencilerin kendilerini evlerinde hissetmeleri için gerekli tüm detaylar düşünülmüştür. Bununla birlikte, Suit odalarda kalan öğrenciler için de aynı anlayışla, iki ayrı oda rahatlığı sunulmuş, ortak bir banyo ve mutfak nişi ile diğer fonksiyonlar sağlanmıştır.

Konforist Edu.Suites erkek öğrenci yurdu projesi öğrencilerin konaklayacağı bir yurt yapısı olmanın yanı sıra, aynı zamanda içerisinde sosyalleşebilecekleri cafe, gentlemans club, hobby mutfağı, fitness, crossfit, sauna, masaj odası, sinema salonu, game park, etüt odası, bilgisayar odası, barbekü alanı gibi sosyal faaliyet alanlarını da barındırmaktadır. Bununla birlikte, öğrencilerin herhangi bir sağlık problemi yaşaması durumunda ilk müdahalenin yapılabileceği bir revir de yurt içerisinde bulunmaktadır. Projenin her noktasında ve odaların içinde mekanları daha eğlenceli hale getirmek amacıyla hem esprili hem de bilgilendirici görseller kullanılmıştır. Görseller öğrencilerin çamaşır yıkama ve ütüleme gibi ihtiyaçlarının giderilmesi için tasarlanan çamaşırhaneyi bile eğlenceli bir hale getirmiştir. Cafe bölümünde ise öğrencilerin gelecekteki meslekleri yansıtılmış, Tesla, Mozart, Bruce Lee, Steve Jobs, Gandi vb. dünyayı değiştiren ve şekillendiren insanlar anılarak öğrencilere onlardan biri olabilme ihtimali vurgulanmak istenmiştir. Her mekan, kendi içerisindeki özel konseptiyle, eğlenceli, yol gösterici ve öğrencilerin kendine güvenmesi için motive edici, yaşayan bir bütünün içinde fakat aynı zamanda ayrı üniteler halinde tasarlanmıştır.001_mrr3589 021_mrr6507

Ofisinizin ’ Yeşil Tasarım ’ a bakışı nasıl?  Uyguladığınız projelerinizde araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyor musunuz?

R. H. : ‘Yeşil Tasarım’ ofis olarak en çok önem verdiğimiz konulardan biri. Tasarladığımız yurtlarda yağmur suyu depolama sistemleri, led sistemleri ve tüm elektronik aletlerde A++ ürünler almaya ve kullanmaya dikkat ettik. Tüm projelerimizde güneş enerjisi, yağmur suyu depolama sistemleri, çevreci malzemeler ve ürünler kullanmaya ve müşterilerimizi bu konuda ikna etmeye özenle çalışmaya devam ediyoruz.

002_mrr3451 004_mrr3775 005_mrr8846 005_mrr8850 006_mrr8822 007_mrr3611 009_a2a3740 009_a2a3798 010_a2a3822 011_a2a6051 012_mrr6559 014_a2a3639 014_mrr6543 015_a2a6128 001_mrr3570

021_mrr6519 023_a2a3218 023_mrr6588 018_a2a3377

Renda Helin Çilalioğlu Çizer

Y. İç Mimar / Renda Helin Design & Interiors Kurucusu

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.